Hayır; abartan ben değilim..!



8 Nisan 2014 Salı

No, you don't

"Senden hoşlanıyorum" dedim gözlerinin içine, hatta bayağı içine, tee göz bebeğinin falan da ötesine bakarak. Sonra da hemencecik çektim gözlerimi gözlerinden ve masada birbirini tutan ellerime bakarak mırıldandım:

"Hatta aşık bile olabilirim."

5-6 saniye kadar ellerimi inceledim, krem bile sürmemiştim ellerime ve tam şuan ''bende sana aşığım'' derken tutmaya kalkışırsa, rüzgar yemekten kurumuş ellerim ona sert mi gelir acaba diye endişeleniyordum.
Cevap gelmeyince tekrar yüzüne baktım. Bana bakmıyordu. Hatta benim olmadığım her yere bakıyordu bile diyebilirim. Ağzının bir tarafı sıkıntılı bir şekilde gerilmişti. Halinden memnun değildi belli ki. Hatta tam analiz yapmak gerekirse, söylediğim şeyden mutlu olmamıştı.
Yüzüne bakmaya devam ettim. Ama gözlerine değil, mesela gözünün altına, hemen elmacık kemiklerinin oradaki hafif belli çillere. Ya da kaşlarına, gürlükten sanki göz kapağında yer bulamamışçana birbirine karışmış kirpiklerine.. Kısaca gözlerine bakamıyordum ama oradan da fazla uzaklaşmıyordum ne olur ne olmaz diye, ki oldu da, yüzünü bana çevirdi ve bakışlarını gözlerime getirdi yavaşça. Hemen yakaladım onları. Kaç saniyedir bunun için bekliyordum ne de olsa. Bana bakmasını bekliyordum.

"Biliyorum, teşekkür ederim."

Neyi biliyordu anlamadım ki, ya da neye teşekkür ediyordu? Ona, unuttuğu birşeyi mi hatırlatmıştım da sanki hatırladığını belirterek teşekkür ediyordu gerizekalı gibi? 
Ben ''teşekkür ederim''in başka hangi anlamlarda kullanılabileceğini tahmin etmeye çalışırken tekrar konuştu: "Ama bende başka birini seviyorum. Hatta ona aşık olduğuma da eminim." Zoraki güldü, "Gerçi o beni sevmiyor, hatta süründürüyor. Ama olsun ben yine de onu seviyorum"

Bi dakka bi dakka. "Hatta aşık olduğuma eminim" derken, benim sana aşık olamayacağımı ama senin başka birine olabileceğini mi ima ediyorsun alttan alttan? Bi kere aşık olduğuna nerden eminsin yani? Kim dedi de emin oldun? İnsan nasıl emin olur aşık olduğuna?
Sanki ben bilmiyorum yüzüne hayvan gibi direkt ''ben sana aşığım ulan sev beni!'' demeyi. Ama siz erkekleri bilmez misin? En az bizim kadar ödünüz kopuyor aşk kelimesinden. Sanki aşığım deyince ''yarın gel babamdan iste beni'' diyoruz gibi ürküyorsunuz hemen. Hem seninle evlenmek isteyen kim ki? ''Sana aşığım'' demek, sende bana aşık ol, sev beni demek sadece. Biz kızlar o kadar da karışık değiliz aslında. O yüzden yavaş yavaş söyleyecektim bende sana aşkımı, alıştıra alıştıra seveyim demiştim hani.
Bi izin vermedin ki orospu çocuğu.
  
Demek senin sevdiğin de seni sevmiyor ha. Bir de süründürüyor senin gibi bir adamı?
Senin gibi gülünce gözlerinin içine kadar gülen, öfkelenince gözlerindeki alevle karşısındakini yakan, mutsuz olunca gözlerinin ışığı sanki her an sönecekmiş gibi pır pır eden, senin gibi bütün duygularını o güzel gözleriyle anlatabilecek kadar içten bir adamı süründürüyor demek? ''Beter ol'' demek isterdim ama diyemeyecek kadar çok seviyorum seni.

''Beter ol!'' demek yerine güldüm hafiften. Normal tabi. Nihayetinde seveni sikerler sikeni severler dedim. Tabi ki içimden. Dışımdan sadece gülme kısmına kadar becerebildim. Daha 34 saniye önce hoşlandığını itiraf ettiğin adamla öyle nerden sikerler mikerler diye konuşuyorsun? Sen daha karşısında durup ona "ama ben seni nice 34 saniyelerdir, nice 34 günlerdir seviyorum" bile diyemiyorsun da, 34 saniye önce ettiğin itirafı 6 saniyede geri çeviren adama mı sikerler diyeceksin? Sen anca böyle gülersin işte.

Sahi gülersin demişken, ben hala gülüyorum ya. Yani hoşlandığı adam tarafından geri çevrilen birinin bu denli gülmesi ne derece sağlıklı? Bende daha önce benden hoşlananları geri çevirmiştim ama hiçbirinin güldüğünü hatırlamıyorum. Geri çevirdim diye sinirlenip cama yumruk atarak elini kesip acilde 5-6 dikiş attıran bile olmuştu ama hiç gülen olmamıştı gerçekten.
Ağzım düz bir çizgi halini aldı hemen. Gözleri hala gözlerimdeydi, hayret doğrusu. Oysa az önce ben aşkımı itiraf ederken gözleriyle bir Samanyolu takım yıldızlarını incelemediği kalmıştı bana bakmamak için. Sanki şimdi beni sevmediğini, başka birini sevdiğini, gerçi sevdiğinin de onu süründürdüğünü ama yine de onu sevmekte bir sakınca görmediğini bana anlatınca üstünden bir yük kalkmıştı da rahat rahat bakabiliyordu şimdi o güzel gözleriyle bana. Biraz müsaade etsem rakı sofrasında benimle sevdiği kız hakkında dertleşecekti neredeyse itoğlusu. Tamam seviyoruz dedik de gavatız demedik!

Bir şeyler söylemem gerekiyordu sanırım. Yoksa göz temasını kaybedecektim yine. Yine bana bakmayacaktı. Belki bu seferde Kutup Yıldızlarını aramak için bakmaya başlardı etrafa. İyi de ne diyeyim şimdi ben sana? Bir de utanmadan seni sevdiğimi bildiğini söyledin bilmiş bilmiş. Madem biliyordun, neden müsaade ettin seni sevmeme, hoşuna mı gitti bir yandan sürünürken bir yandan süründürmek? Her seni görüşümde ne hissettiğimi söyleyebilmek için cesaretimi toplamaya çalışmalarım, daha doğrusu toplamaya çalışayım derken sıçışlarım eğlenceli mi geldi sana? Bence de komikti aslında ama seven insanla dalga geçilmez be, ayıptır!

- Daha önce hiç söylememiştin başka birinden hoşlandığını.
+ Hiç sormadın ki söyleyeyim.
- Haklısın.

Göte bak, göte. Hiç sormamışmışım ki söyleyeymiş.
Sana üst komşunuzun evde içip sıçıp gürültü yapmalarınızdan bıktığı için kıllık olsun diye balkona astığınız yeni yıkanmış donlarınızın üstüne vileda suyu döküp dökmediğini sormuş muydum da peki sinirli sinirli anlatmıştın piç kurusu?

Peki sana 5 ay önce iş gezisi ayağına gittiğin Amerika'da striptiz klüplerinde kucak dansı yaptırıp yaptırmadığını sormuş muydum da yavşak gibi bir de gelip onu anlatarak beni kendinden soğutma raddesine getirdin? Gerçi ben salağın önde gideni olduğum için o zaman bile senden soğumadım ya, sadece içimden inşallah kucak dansından başka bişey yapıp hastalık falan kapmamışsındır diye dua etmiştim mal gibi.

Sana daha sormadığım neler vardı sen daha iyi bilirsin, ama sen yine de hep bana anlatmıştın. Her bokunu anlatmayı uygun gördün de bir tek kalbini kime verdiğini, pardon, kimin süründürdüğünü mü anlatamadın yani ben sormadım diye. Ya allasen bi siktir git.

İçimi çektim. Burada, etrafta bize eğlenme malzemesi çıkacak tipleri barındırdığı için çok sevdiğimiz bu cafede, herkesi rahat rahat dikizlememizi sağladığı için müdavimi olduğumuz bu masada daha fazla oturmanın bir anlamı kalmamıştı. Bu saçma cafeye de bir daha nah gelirdim zaten. Ulan o kadar müdavimi olmuşuz cafenin belki 50 sefer gelmişiz, 40 liradan aşağı hesap ödemeden kalkmamışız her seferinde masadan, ama garsonlar hala siklemiyor bizi be! Sadece bizi de değil, bu cafenin garsonları kimseyi siklemiyor esasında. Çünkü öğrendiğimiz kadarıyla burası aile işletmesi gibi bişeymiş herhalde, garsonlar cafenin sahibinin amca çocuklarıymış. Sanki amca çocuğu değil de başbakan çocuğu bana amınakoyduklarım. Ne latteyi köpüklü getirmeyi bilirler, ne Türk kahvesinin yanında lokum ikram etmeyi ne de menüdeki yemekleri doğru düzgün servis etmeyi. Bi halt bildikleri yok da işte, merkezi bi yerde diye çekiyor millet bunları hep.
 Ay neyse ya, en azından şuan kalkıp gidersem hesabı istemek için garsona tek başına şebeklik yapması, tek başına amuda kalkması gerekecek. Artık gelen hesap kaç dakikaya içeriye gider, kaç dakikaya para üstü gelir bu saatten sonra bu ikimizin ortak derdi olmayacak. Galiba bundan sonra hiçbir ortak derdimiz olmayacak. Bu kısım biraz üzücü işte, doğruya doğru. İnsanın ortak derdinin olmadığı biriyle başka ortak bir duygusunun olması çok zor. Sadece tv deki o saçma yarışma programlarında beraber desteklediğiniz yarışmacının kaybetmesine üzülmek bile iki insanı birbirine bağlıyor gerçekten. Ya da ben bağlıyor sanıyordum. Meğer ben bağlanırken bağlandığım kişi iplerini benden çözüp başkasına sarıyormuş. Olsun.

''Neyse ben gideyim, arkadaşlara sözüm vardı beraber konsere gidecektik.'' dedim. Gözlerini üzerimde rastgele bir noktaya sabitlemiş şekilde kafasını aşağı yukarı sallayıp ''tamam'' dedi. Zaten başka ne diyecekti? ''Gitme de beraber şu altyazısının yarısı çıkmadığı için kendi kendimize komikli dublaj yaptığımız o dandik filmlerden birine gidelim'' mi diyecekti? Diyemezdi ki. Onun tarafından süründürüldüğü bi sevdiği vardı. Süründürülmek bile güzel birşey sanırım, sevdiğin kişi yapınca. Ben o duyguyu daha fazla tatmak istemediğim için kafa yormuyorum artık.

Sandalyeye astığım çantamı aldım, dışarı şöyle bir baktım hava güzel gibiydi o yüzden montumu da elime aldım. Soğuksa da bişey olmazdı zaten, kimse biraz üşümekten ölmezdi. Muhtemelen son kez bakıyordum gözlerine ama ağzımdan tam tersini iddia eden sözcükler çıktı: ''Sonra görüşürüz.''
 Ağız alışkanlığı işte. Bir daha beni kesseler o güzel gözlere sahip çirkin surata bakmam ben. Yine aynı kafa sallama hareketi. Kafası kopasıca. Kendinden uzaklaştırmak için elinden geleni eksik etmeyeceğini bu kadar belli etmese keşke. Yoksa gerçekten de mi umrunda değilim? Allah'ım lütfen öyle olmasın ya. Biz beraber bu cafenin garsonlarına o kadar sövdük ki, beni biraz bile kendine yakın hissetmemiş olması imkansız.

O sikik garsonlu sikik cafenin bulunduğu sokağın köşesinden dönerken, hayır bilemediniz, ağlamıyordum. Neden ağlayayım? Ne olmuş ki de ağlayayım? Sanki annem babam ölmüş, tövbe tövbe. Altı üstü her kalbi olan insanın başına gelen şey gelmiş başıma, sevilememişim sevdiğim kadar.
Sokağın köşesinden dönerken bir müzik sesi duydum. Tanıdık, ama eski. Eski müzik kasetleri, cd ler satan bir dükkandan geliyordu muhtemelen. Ümit Besen'di söyleyen. Şarkıyı ortasında yakaladım, şöyle diyordu;

''Ümitsiz aşkının esiri oldum
Öldürecek beni bu kara sevda''

yüzümde hangi şarkı olduğunu çıkarmanın sevinci ile şarkının devamında gelecek sözlerin mevcut durumuma cuk diye oturuşunu komik bulmamdan dolayı ağzımda çarpık bir gülümseme, şarkının devamını mırıldandım kendime uyarlayarak:

''I love you, I love you
Do you love me? No, you don't ''




















@uykuyuseviyom kullanıcısından Tweetler