Hayır; abartan ben değilim..!



28 Ağustos 2011 Pazar

Before/After

Selam.

Ben, bir haftalık tatili biteli iki ay olan depresyonda ki kız.

Bir hafta acı çeke çeke bronzlaşmaya çalışıp, iki hafta boyunca yanık derileri soyulan kız.

Depresyondayım. Sabahın köründe kalkıp envayi çeşit yiyeceğin olduğu açık büfede kahvaltı yapmayı, terledikçe yüzmeyi, yoruldukça dana gibi yatıp güneşlenmeyi, susadıkça meyve koktelyi içmeyi, kollarım kopana kadar kardeşimle kanoda kürek çekmeyi, hiçbişeyi kafaya takmamayı, akşam yemeyi için gereksiz yere süslemeyi, gece 1 oldu mu tavuk gibi uykumun gelmesini özledim.
Şimdiler de, sabahın köründe kalkıp dershane de sabahın ilk saatinde fizik, sonrasında bilimum sayısal dersler görerek kafa buluyor, yetmezmiş gibi dersten sonra iki saat fazladan ek ders alıyorum. Atalarımız buna 'attan inip eşşeeeğee binmek' demişler.

Depresif halimi iyice depreştirmek istedim bugün. Tatilde çektiğim before/ after resimleri koyayım dedim. Ama bu resimlerde size tatili çağrıştıracak deniz, kum, güneş, arka fonda tesadüfen kadraja girmiş çıplak turistin memeleri yok! Kısacası bu resimler sadece bana tatili çağrıştırıyor.. Size de büyük ihtimalle sadece ne olduğunu çözemeyeceğiniz yemeklerin tabağa ilk kondukları, bir de mideme konduktan sonra geriye kalanların halini çağrıştıracak.Bu arada yemek resimlerini görüp Somali'de ki insanlarla hemen konuyu bağdaştıracak bazı duyarlı(!) insanların bakmamalarını tavsiye ederim :)



Resimdekileri çözememiş olmanız normal diye, ben çözebildiklerimi söyleyim; makarna, pilav, mücver, yoğurtlu bişey, karidesli salata, altta bi yerlerde et gibi bişeyler, araya sıkıştırılmış pide gibi bişeyler falan. Birbirinden alakasız ve senin damak zevkine sıçayım diyebileceğiniz bi tabak. Burada amaç hepsinin tadına bakmak, aç gözlülük değill



Bu da o tabağın ben doyduktan sonra ki hali :D Aaa demek ki tabağın altına sebze falan da varmış şimdi gördüm.



Tamamen estetik görüntülerine göre seçilmiş bi tabak



Tamamen lezzetlerine göre yenilmiş bi tabak. Hangisinin daha lezzetli olduğunu iki resim arasında ki 10 farktan çıkarabilirsiniz :)



Burda neyin ne olduğu daha iyi görülüyo sanki ama ben yine de görebildiklerim söyleyim; spagetti, elma dilim patates, patates kızartması, patates püresi (yuh!), peynir, karnıbahar, lazanya.. Anlaşılan nişasta ihtiyacım tavan yapmış o sıra :D 



Burda iki şey bariz; biri canımın makarna istemediği, diğeri patatesin her türlüsünün yenilebilirliği :D



Bu resmin before kısmı yok. Sanırım çok açmışım aklıma gelmemiş :)
Bu arada pankeki çok severim ama benim yaptıklarım böyle güzel olmuyo :(
Her sene aklımdan, 'şu aşçılardan tarifini istesem mi acaba' diye geçiririm kesinlikle!

İsrafın diz boyu olduğu, bol bol kınandığım bi post oldu bu. Artık tatile gittiğim de kimse bana 'Yediğin içtiğin senin olsun, gördüklerinden ne haber?' diye sormayı aklından geçirmez umarım :))

2 Ağustos 2011 Salı

Yatak-Kitap-Bitkisel Hayat!

Tatilimin son günlerini kendime ayırıcam diye yatakla vücudumu bütünleştirdiğim şu günlerde, yatarken sıkılmamak için kitap okuyorum sadece.. Tabi kitapları maximum üç gün içerisinde bitirince olmuyo öyle.. D&R'dan sipariş ettiğim kitapları getirecek olan kargoyu sevgilimi bekler gibi gözüm yolda bekler oldum. Bir sabah uyandım ve kargomun masanın üzerinde olduğunu görünce bir an mutluluktan açmayı düşünemedim. Öyle seyrettim hayran hayran üstüne yurtiçi kargo bantlarının yapıştırıldığı koliyi. Okşar gibi aldım elime nazik nazik açtım merakla. Sanki içinde ki kitapları ben seçmemişim gibi.. Bir de teker teker çıkarıp kitapların arkasını okuyorum amaçsızca.. Maksat kitaplarla aramda ki ilişkiyi ağırdan almak(ciddi düşünüyoruz).Bu yüzden kitaplar geldikten yaklaşık 4 gün sonra falan okumaya başladım.Kitap seçimlerimi belirli bi konuda tutmamaya çalışıyorum.. Hepsi aşk ya da fantastik değil mesela (aslında hiçbiri aşk değil).

Öncelikle kitap çıkalı ve yazarlarının süksesi artalı bayağı olsa da D&R sipariş listeme Dizüstü Edebiyat serisinin son kitabı French Oje ve T.B.'nin 'Erkek Dedikodusu'nu ekledim. Ve yaklaşık 15 dakika önce iki günden kısa bir sürede bitirdim. Bence bir kızdan çok erkeğin okuması gerek bu kitabı. Çünkü bunu yazanlar kız! Haliyle bir kızın düşüncesini başka bir kız zaten bilebilir. Ama önemli olan bir kızın düşüncesini erkeğin bilmesidir! Ve bu kitapta 'kızlar erkekler de neye bakar?' sorusunu her yönden ele almış. Asıl amaçları bu olmasa da kendi hayatlarından bir bölümü aktarırken bence yeterince bilgi vermişler. Erkeklerden umduğunu bulamayan ama yine de sevince gözü hiçbişey görmeyen French ile şanslı fıstık Derin süper kanka olmuşlar, kıskandım açıkcası!
Kızlar hakkında bilgi sahibi olmak isteyen, kafası çalışan erkekler alıp okumalı. Tabi bu işin kitabını ben yazarım diye bi iddiaları yoksa! :)

Diğer kitapları sadece yüzeysel olarak söylersem;
-Her listemde en az bir kitabını bulundurduğum Stephen King yine olmazsa olmazım. Rüyalar ve Karabasanlar adlı kitabın 3. ve son bölümü.
-İçeriğini merak ettiğim için almakta sakınca görmediğim Sophie Kinsella'nın Sır Tutabilir Misin? kitabı(eğlenceliye benziyor)
-Geçen sefer ki toplu kitap siparişimde yıldızını keşfedip aldiğim epik fantesi ustası Clive Barker'ın Kan Kitapları serisinin ikinci kitabı (bu adam bence fantezi değil bildiğin altına kaçırtan cinsten hikayeler yazıyor)
-Vampirlere doyamadığım zamanlardan kalma bir alışkanlıkla kitabına değil yazarına bağlandığım P.C. Cast'in Tanrıça serisinin ikinci kitabı Bahar Tanrıçası..(hep ikilerden gidiyorum)

Evet.. Biri gitti kaldı dört kitap. Heralde onları da bitirmek adına yatakta bitkisel hayata gireceğim 1 ayım daha var.. Kitap sevmeyenlerin sıkıla sıkıla okuduğu hatta kitap kelimesini görünce F4 yaptığı, kitapla alakası olanların da ilgisini çeken bişey olduğu düşüncesiyle sonuna kadar okuduğu(yani umarım) bir postun sonuna geldim. Hadi ben yatağıma siz de işinizin başına!

6 Temmuz 2011 Çarşamba

Yeni Moda: Tasmalı Fotoğraf Makinesi

Bloğuma şunu da koyarım bunu da koyarım kafasında, abuk subuk her şeyin resmini çektiğim bir tatil geçiriyorum. Ancak bazı sapkın kişiliklerle aramda ki nadir farklardan biri, elimde Canon marka fotoğraf makinesiyle falan embesil embesil dolanmıyorum ortalıklarda. Ya da objektife kendi objektifimden poz vermiyorum. Allah’a şükür hala kendimim.  

Fotoğraf çekme işini sadece kendi telefonumda ki kamera kadar yapıyorum. Hani bir ara emoluk falan modaydı ya noldu ki ona acaba? Valla saçta moda, saç renginde moda, makyajda moda, ayakkabı da moda gördüm, kabullendim ama fotoğraf makinesi nedir yaa? Sırf dikkat çekmek için ise bu kadar olay, al eline komşunun tasmalı köpeğini çişe çıkart daha iyidir yani. Boynunda o makine askısıyla köpekten bi farkın kalmıyor bence.


Özentilik hat safha olmuş gidiyor.. Emosuydu, tikisiydi, apaçisiydi derken şimdi de makinelisi çıktı ortaya..Teknoloji çağındayız ya moda falan da ona göre gidiyor herhalde. Hep de merak ederim yeni bir saçmalık ortaya çıkınca bunu hangi süper zeka çıkardı diye.. Ha bir de şey vardı.. Ayna karşısında flaşı patlata patlata kendi resmini çekmek.. Ya da çekememek desem daha doğru olur, çünkü sadece bir ışık topu var ortada bana geeellll geelll diyen.. Ya da meselaaaa…  Dudağı büzüp başı da yana eğip yavru köpek pozu vermek.. 
Ha emoların da kendi içlerinde çeşitli hareketleri vardı.. Saçlarla tek gözü kapatıp korsan taklidi yapmak,
 tek elini yukarı kaldırıp kendini yukarıdan çekmek ama yüzünü göstermemek( yüz görümlülüğü falan istiyor olabilirler),
bir de özürlü gibi ayak parmak uçları birbirine bakacak şekilde bacaklar çarpık çarpık durmak.. 


Okulum da bu akımları temsil eden o kadar kişi var ki bu konuda doktora yapabilirim. Bir de tikiler vardı emodan sonra sanırım.. Ya da emonun evrim geçirmiş hali diyelim.. Erkekler en cart renklerde hırkalar, hem kız hem erkekler üstü bol paçası bileğe yapışmış kot pantolon, eşofman(çakma adidas olmak koşuluyla) giyerlerdi ya da hala giyiyorlar… Buraya yazılacak daha bir milyon saçmalık var ama yaz yaz ben yoruldum siz anlarsınız artık… Lafı nereye getirip nerde sonlandırmak istediğim tam bir muamma şuan..  Aslında tatilde çektiğim before/after resimlerini koymayı amaçlamıştım başta buraya ama bak moda beni nereye çekti. İnşallah yakın zamanda da dudaklarımı büzüp, paçası dar pijama giydirip, boynuma da bi fotoğraf makinesi takmaz..

Çöp Kız

Devletin, belediyenin bazı işleri yavaştır, eksiktir, bunu biliyoruz. Kimimiz bundan dolayı çileden çıkar, hatta bir adım sonra delirebilir. 'delirebilir' kısmına kendimi örnek verebilirim. 'Bu hafta sonu benim için mutlu bir hafta sonu olacak' diye düşünmüştüm bu cuma yine dershaneye 'son' sınavıma girmek için yola çıkarken. Çünkü bu hafta sonu dershanem bitiyordu.. Artık iki gün boyunca sabahın köründe, karga bokunu yemeden uyanmam ya da iki gün boyunca rahat rahat 12 ye kadar uyuyup, bütün günümü dershanede geçirip eve yedi buçukta dönmem gerekmeyecekti.. Hayat daha güzel olacak, tembelliği bütün hücrelerimde hissedebilecektim.. Ama bu hafta sonu gelene ve bitene kadar önce şu saat beşteki sınava girmem gerekiyodu.. Tembellik bende anadan doğma bir özellik olduğundan yürüyerek 20 dakika da gidilecek yere otobüsle 20 dakika da gitmek her zaman ilk tercihimdir. Ama otobüslerin de duraklara varmaları gereken zamanın en az 20 dakika sonrasında varmak adetleridir.

Ben, sabrı ancak 3 yaşındaki bir çocuk kadar olan bir insan olduğumdan, otobüslerin beni beklettiği her dakika boyunca şoförlerini ve yedi ceddini güzelliklerle anan bir insanım.. Çünkü biliyorum, pek çok otobüs trafikten değil keyfiyetten geç varıyor duraklara.. Hatta bir seferinde otobüste yalnız ben kaldığımda daha varacağım yere üç durak varken şoför bana, 'seni şurada indirsem de dönsem?' diye sorabilmişti pişkinlikle. Pardon senin asıl görevin THY'de pilotluk da hayır olsun diye mi beni gideceğim yere kadar bırakıyordun? Ben bir yeri kaçırmışım demek ki.. İşte bundan dolayı içim az biraz rahat geç kalan her otobüs için sövebiliyorum. Eskiden çok sinirlenince 'geri zekalı, mal, aptal' falan diyen ben, şimdi kendi kendime kimsenin aklına gelmeyecek küfürler üretebiliyorum. Buna da 'kişisel evrim' diyorum. Konuya dönelim. Evden sınava yarım saat kala, otobüsün hep gelmeye 'çalıştığı' saatte, 16.30 da çıktım. Durakta kulağımda kulaklık, cıstık cıstık müzik dinleyerek volta atıyorum. Durağın arkasında da alçak bir duvar ile çevrelenmiş çöp konteynırı var. Arada rüzgâr eserse oradan güzel kokular gelir burnuma bazen. O güzel kokular eşliğinde ellerimi arkamda birleştirmiş, kafam aşağıda volta atarken akbaba misali, gözüm çöpte olması gereken bazı 'çöpleri' kaldırım da görüp can sıkıntımı gidermek için incelemeye girişti.. İlk önce gözüme yerde iki parça halinde duran film vcd'si çarptı. Ön kapak arka kapaktan 3-4 adım geride mahzun mahzun sevdiğine bakıyor..  Arka kapakta filmden kesitlerin bulunduğu kağıt. Kağıdın üstünde ki çocuk bana bizim Hayri Pıtır (Harry Potter)'ı andırınca merak ettim tabi. Çok hijyen bi insan olduğumdan ellerimi kullanmadan ayağımla vcd’nin üzerinde çeşitli çalışmalar yaptım..  Sanırım filmin adını da telefonuma not etmiştim ama silmişim bulamıyorum.  Ama en azından filmin Harry Potter'la falan uzaktan yakından bir alakasının olmadığını çok iyi hatırlıyorum.. Hayal kırıklığının getirdiği buhranla etraftaki diğer çöpleri de eşelemeye koyuldum tabi, ne de olsa otobüs şoförleri burda bir mahzun öğrenci var yok bilmeden sallana sallana geliyorlar. Benim de canıma minnet aslında, çünkü sınava geç kalmak demek = daha az soru çözmek = daha az yorulmak = daha az bel fıtığı olmuş hissi yaşamak+ popomun daha az uyuşması demek.. Bu yüzden kendi küçük dünyamda ki küçük hesaplarımla mutlu mesut çöpleri eşelemeye devam ettim.. Keskinoğlu Omega 3 yumurtaları görmezden geldim. Sonra gözüm ufak boyutlarda ki bi damacanaya takıldı, etiketi Hamidiye.. Eşelenecek çok bi durumu olmadığından onu bıraktım ve biraz geride ki yarısı içilmiş puroyu inceledim. Sigaradan nefret ettiğimden mi yoksa merakını her şeyi elleyerek gidermeye çalışan küçük bir çocuktan farkım olmadığından mıdır bilmem, hemmennn ayağımla puroyu parçalamaya giriştim.. Zaten bu Küba purosu falan olsa içen şahsiyet yarısında atmazdı düşüncesiyle ezdikçe ezdim, tabiri caizse içini dışına çıkarttım, büyük de bir zevk aldım bu saçmalıktan. Sanırım otobüs hıncımı aldım ondan. Hıncım birazcık azalınca da maymun iştahımla diğer çöplere saldırdım. Sanırısın ki pislikle falan karnımı doyuruyorum. Diğer gördüklerimi de yazmayı isterdim lakin hatırlamıyorum. Zaten otobüs şoförü hazretleri de sanırım hıncımın azaldığını hissetmiş olacak ki biraz sonra durağa teşrif ettiler. Teşekkürler şoför efendi, teşekkürler İett..      Sayenizde çöp kız oldum.



20 Mayıs 2011 Cuma

Yemek Sepetim Var, İçi Boş

 Bazen tembellikten bazen zevkten herkes dışarıdan yemek yemek ister.. Kıçının büyük ve yayvanken daha güzel durduğunu düşünenler için ise internet icat edilmiştir(kim tarafından bilmiyorum).. İnternetin icadından hemen sonra da yemek siteleri.. Hint mutfağından tut, pilav üstü çekirgesine( hep hayalimde ki yemek) kadar her türlü yemeğe sadece bakmamız(paramız yoksa) ya da almamız(paramız varsa) için bizi düşünmüşler, yapmışlar. Bize de onları almak geriye kalıyor bir tek. Ama bazen bunu yapmak bile o kadar zor bir iş ki, bir kaç tıkla karnımız doyabilecekken kararsızlıktan dolayı aç kalıyoruz(kalıyorum). Hani o kararsızlıktan ne alacağımı bilemediğim zaman aralığında kalkıp kendime pizza bile yaparım. Gel gör ki tek başıma verdiğim kararlar ile bir yere varamıyorum çünkü bir tek ben yemek yemiyorum. Bu işin kardeşi var, annesi var, babası var.. Annem bir gün alemlere aktığı sırada -altın günü gibi mesela- aç biilaç -sözlükten baktım, eminim- eve geldim. Baktım evde bir Tanrım var bir babam(kıraçtan), aklıma ve ağzıma gelen ilk cümle ' Hani yemek var mı ki?' oldu. Babamın dünya umrunda değil ama.. Oturmuş bilgisayarın başına, internetten almayacağı evlerin resimlerine falan bakıyo.. Haliyle isyanımı duyamadı, anlayamadı beni.. Gittim yanına miyavladım aç kedi gibi..    

-  Baba hani ne yiycez biz yeaa?
- Bilmem, yemek yok mu?
- Yok..! (aslında var ama dünden kalma)
- N'apalım peki?
- İnternetten bişeyler söyleyelim..? =)
- Bi tek lahmacun söylerim yerseniz..
- Yok artık..
- Nesi varmış?
- Bişeyi yok işte, ben de onu diyorum
- Ben bilmem, işine geliyosa..
- Öff...!


 Derken bi sonraki plan olarak yemeksepeti'ne girmeyi başardım.. Bu da bişeydir.. Ben babama hamburgerleri falan överken( off çift kat peynir! kocamanmış yaa..!) ayıcık ( erkek kardeşim) geldi.. İsyanıma ortak oldu ayıcığım... Tutturduk markette elma şekeri gören bebeler gibi, hamburger isteriz de isteriz. Demek ki babam da açmış ki yeniçerilerin baskısına dayanamadı, tahtından inip hamburger alma yolunda ilk adımı atıcak olan kelimeleri söyledi.. 
' Hani ne var ki burda şimdi? '

 Bundan sonrasının kolay olduğunu sanarak kendi hamburgerimi falan seçtim ama iş hamburger seçmekle bitmiyor ki! Patates normal mi olsun, elma dilim mi? İçecek cart mu olsun curt mu? Mayonez mi istiyosun, sarımsaklı mayonez mi istiyosun, barbekü sos mu istiyosun, acılı sos mu, hardal mı? Yoksa hepsini mi istiyosun, üçünü mü, beşini mi..Of yeter lan, içim daraldı yazarken..!  Hamburger mi yiycez, mayonez ketçap mı belli değil.. Hayır hamburger seçiminde o kadar çok seçenek yok yani.. İşte bu buhran denizinde yüzerken ben aç açına, babam her seçeneği o kadar ciddiye alıp düşünüyo ki, araba alırken o kadar düşünmez heralde. Benim karnım orda orkestra kurmuş, kendi kendine çalıp oynuyo, babam iki mayonez bi ketçap mı istesem, bi sarımsaklı bi barbekü sos mu istesem diye düşünüyor hala.. En sonunda bilgisayarı babamın elinden çocuğunu çalarmış gibi kaptım, ben kendiminkini seçiyim siz sonra yapın diyerek bütün seçeneklerimi sarımsaklı mayonez olarak seçtim, bitti gitti! Ama hırsımı alamadım o hırsla odama falan gidip kendimi oyaladım.. Yarım saat sonra salona geldim ama babam hala sipariş vermemiş.. Çünkü babam ne yiyeceğine karar verememiş! Hemen ona hamburger aleminin ennn büyük hamburgerini seçtim ki ben doymadım diyemesin. Ivır zıvır kısmını da sayısal loto oynarmış gibi mayonez, ketçap, hardal olarak seçtim gitti. Yarım saat içerisinde de geldi mamalar indi geri dönüşüme işte! Benim de gözüm daha fazla dönüp evdeki papağanımı piliç çevirme yapmadım böylece!
 Ey internet! Sen nelere kadirsin.. Kadirsin de, erkekleri bile alışverişe çıkmış kadın gibi savunmasız, aklı karışık, seçeneği bol, parası sınırlı bırakıyosun. Yanlış yapıyosun..

Perşembeyi Severim, Köfteden Ötürü..

İlkokul yılları hem ayrımcılığın en bariz olduğu, hem de öğrenciler arasında eşitliğin sağlanabilmesi için saçma sapan işlerin en çok yapıldığı yıllardır..
  Öğretmenler çalışkan öğrencileri aynı sıra boyunca oturturken, tembeller hep bir grup olarak 'çirkin' diye tabir edilen en uzak köşeye oturtulurlar.. Sınıf anneliği yapan, sınıfın yararına çalışan annelerin çocukları bariz bi torpil görürler her zaman.. Diğer yandan o ya da bu sebepten çocuğunun okuluna gelemeyen, meşgul ya da sorumsuz velilerin çocuklarının kaderi bellidir.Kısacası; veliler okuldan taraf olmayınca çocuklar bertaraf olur. Sınıf öğretmeni onlarla, 'çalışkanlar'la ilgilendiği kadar ilgilenmez, sosyal olaylara pek sokmazlar.. Pek çok yetenek böyle harcanmıştır eminim.. Sınıf panoları çalışkan, analarının kuzusu, sınıfının ve öğretmeninin gözdesi olan piçlerin resimleri ve yazılarıyla doluyken bizim yetimlerin resimleri sınıfın kuytu bi köşesinde ki çöp kutusunda olur genelde.. Bu yazdıklarımdan dolayı, belki içinizde zeki olanlar benim özgeçmişimle ilgili bi kaç tahminde bulunmuştur eminim.. Ama ben ne piç, ne yetimdim.. Yetim olan benden 4 yaş küçük kardeşim, piç grubuna giren de benden 12 yaş küçük(enn küçük) kardeşimdir.. Ben piçten 3 aşağı, yetimden 5 yukarı bir öksüzdüm bence( Piç-öksüz-yetim üçlemesinin detaylı açıklamasını annemden öğrendim. Öksüz yetimden daha kötü sanırım ama yine de ben öksüz olayım, kulağa daha güzel geliyor).. Annem sınıf annesi olmuştu bi sene sanırım.. Ama sınıf panolarında çok nadir olurdu resimlerim ve yazılarım.. Halbuki götümü yırtardım orada benden de birşey olsun diye.. Ama örtmenim hep, yazılarımın ve şiirlerimin disiplinsiz olduğunu, satırların alt alta gelmediğini falan anlatırdı bana saatler boyu..  Zaten hala baksa, bi milim ilerleme olmadığını görüp sıfatıma tükürürdü bence.. Çizgisiz kağıda yazdığım yazıların samba yapar gibi bir aşağı bir yukarı gitmesi utanç verici olsa da Allah vergisi deyip göz ardı etmeyi tercih ediyorum genelde.. Sonuçta herşeyin bi çaresi var, altına çizgili kağıt koyup yazsam Allah günah yazmaz.
  Neyse, benim amacım küçük emrah taklidi falan yapmak değil.. Konu saptı. Ben yazının teee en başında bahsettiğim şu eşitsizlik meselesi ile ilgili bir detayı anlatmak istiyorum.. Bu kadar eşitsizlik ve adaletsizliğin içinde kim zengin kim fakir, kim ne olduğu belli değil, anlaşılmasın diye bazı uygulamalar mevcut. Meselaa.. Herkes aynı giysiyi(önlük) giyiyor.. Ama bu başka bi post konusu olur. Hiç ellemeyeyim. Başka bi örnek; günlükj yemek listeleri.. Bu konuda durabiliriz.. Belki her okulda ve her sınıfta böyle bi uygulama yoktur ama bizim sınıfta vardı işte.. Öğretmenimiz haftanın her gününe belirli bir yemek yazardı bizde onları getirirdik. Hatırladıklarım;

Pazartesi: Kahvaltı
Salı: Hamurişi( Genelde sigara böreği)
Perşembe: Köfte- Patates
Cuma: Haşlanmış patates-Salata

İçlerinden en sevmediğim pazartesiydi. Çünkü 'kahvaltı' adıyla tabir edilen şeyin içinde haşlanmış yumurta(ııyyk), beyaz peynir, domates salatalık, zeytin falan vardı.. Harbi harbi kahvaltı işte.. Ben içinde haşlanmış yumurta var diye sevmezdim ve bütün yemekleri bitirmek zorunluydu.. 3. ya da 4. ders zil çalmadan 10-15 dakika önce ders biter, herkes beslenme çantasında ki küçük, dikdörtgen şeklinde ki örtüsünü çıkarıp sırasına sererdi..Ondan sonra da plastik kaplara doldurulmuş yemekleri o örtüye sığdırmaya çalışırdık.. Sıranın üstüne serilen örtülerin desenleri de cinsiyete göre değişirdi tabi.. Erkeklerde araba, pokemon gibi erkekçe resimler varken, tahmin etmenin hiç zor olmadığı gibi kızlarda da genellikle barbi'li resimler mevcuttu.. Ben hariç! Benim barbie'ye benzer bi örtüm anca 3. ya da 4. sınıfta olmuştu sanırım.. O yaşa kadar üstünde, teknesin de oturan bir erkek çocuğu, ya da köpek resimleri olan masa örtülerim vardı( Biri hala duruyomuş ki resmini çekebildim :D).- Bu olaylara rağmen kişilik bunalımı yaşamadan büyüdüğüm için şanslıyım sanırım.. -

  Neyse.. Biz yemek yerken öğretmende sıraların arasında dolaşıp kendi karnını doyururdu.. Kiminin ekmeğinden bi parça alırda kiminin elmasını rızasını almadan fifti fifti paylaşırdı. Pazartesileri benim yumurtamı fifti fifti paylaşsa ne mutlu olurdum ama!
  Gelelim ennn sevdiğim güne.. Postun başlığından da anlaşılacağı üzere perşembe tabi ki! Hangi çocuk patates köfte sevmez yani?! Gösterin bana o çocuğu annesi görmeden alnını karışlayayım.. Tabi bir de her annenin köftesi pattesi aynı tadda değil! Ben nedense sıra arkadaşımın köftesini daha çok severdim.. Ne de olsa benim annem yapmadı.. Tıpkı misafirliğe gittiğiniz de evde ağzınıza sürmeyip şaplak yediğiniz halde misafirlikte hayvanca bi iştahla yediğiniz o yemek gibi..
  Aradan yıllaaarrr yıllarrr geçti.. Şimdi sorsanız hangi günü seviyosun diye, istediğim saatte uyanabildiğim her günü derim.. Çünkü artık önceliklerim bir zaman ki gibi köfte-pattes değil.. Zannederim o önceliklerimin değiştiği gün ben de kilo vermeye başladım. Bunun adına da ergenlik dediler. Ben hayat yorgunluğu diyeyim. Çünkü sonu 's' ile biten bütün sınavlar benim ömrümden ömür çaldı yanında bi kaç kilo da götürdü heralde..

18 Mayıs 2011 Çarşamba

Kimin Telefonu Lan O?!!

Ben bazen uykudan kısa süreliğine uyanıp sonra tekrar uyuduğumda, o uyandığım sırada ne yaptığımı bilemiyorum. Yani o kısa sürede uyandım saate bakıp tekrar yattım mı, yoksa bunu rüyamda mı yaptım emin olamıyorum.. Hatta bi keresinde annem beni uyandırıp bişeyler sormuştu bana, hem de bu konuşma öyle 1-2 dakika da sürmemişti.. Baya bi 10 dakika falan konuştuk, hani az daha konuşsak sohbete varacak.. Sonra bizim muhabbet bitince benim kafa küt yastığa düşüyo, gözlerimde bir daha açılmamak isteği ile kapanıyor.. Bu arada konuyla alakası var diye diyorum; ben istisnasız, devamlı rüya görürüm. -Yani herkes rüya görür ama genelde hatırlamaz. Ben genelde hatırlar, hatta uykudan sıyrıldıktan sonra yatakta mal gibi oturup rüyanın yorumlamasını yaparım ya da işte 'dur lan ben ne görmüştüm acaba?' diye kendi kendime düşünürüm- Neyse bu bilgilendirmeden sonra konuya dönersek, o kapalı gözler illa ölüm (ya da çapak) hariç bi şekilde açılır ve ben kalkıp ' ya ben bugün bi ara uyandım sanırım. Ama ne yaptım. Hmmm..' falan diye düşünürüm. Sonrada annemle ilgili kısmı hatırlarım ama ' Herhalde rüyamda yaptım yaa.. Yok olum mal mıyım ben uyansam hatırlardım' derim. Sonra kalkıp anneme sorarım, annem de 'Ohooo konuştuk, ben sana şunu sordum sen öyle dedin, böyle dedin..' falan filan der. Yani ben biraz şizofren oluyorum sanırım bu durumda pek emin değilim ama bildiğim kadarıyla şizofrenler çift kişilikli olur. Belki de kısaca 'uykudan yeni uyanmanın verdiği mallık' desek yeter. Şimdi 'bu kadar gereksiz detaydan size ne' kısmına gelirsek, sabah beni sinir eden alarmı anlatabilmek için burda bi saattir ön hazırlık yazısı yazıyorum. Ama yeter yani. Anlatacağımı anlatıp huzura ersem daha iyi.
 Şimdi bu sabah henüz uyanmadığımdan emin olamadığım bi zaman aralığında bi melodi duydum.. Gene emin olamadığım bi şekilde sanırım kafamı kaldırıp etrafa baktım. Sonra yattım ve 'sanırım rüyamda duydum' dedim. Sonra uykuma dönüp rüyamda konuştuğum kişiye 'Bu çalan telefon senin mi? ' diye sordum, bana 'Hayır' dedi. Sonra bi süre daha dinledim ben o melodiyi, bi ara sustu. Ben tam huzura erdim sanarken bi daha başladı. Bu sefer tepemin tası attı, rüyam da sinirli bi şekilde 'Kimin telefonu lan o?!! ' diye bağırdım. Onlarda 'valla bizim değil yeaa! ' (bu kısımdan çok da emin değilim ama)dediler. İşte o zaman rüyamda ki zavallıları suçlamaktan vazgeçip uyandım. Ve çıplak ayaklarımla ( kimse beni çıplak ayakla göremez) koşarak o melodiyi bulmaya çalıştım. Tabi bu sırada melodi çalıyo da çalıyo.. Resital veriyor mübarek telefon.. Önce koşarak mutfağa gittim baktım (çünkü annemin telefon orda olur genelde), orda bulamayınca salona gittim. Baktım annem salonda oturuyo ona hönkürdüm bu seferde ' Nerdeeaa bu telefooöönn..! ' diye. Annem ' Telefon babanın git bak bakalım yaşıyor mu, 4. kez çalıyo telefon' dedi. Bende uçarak bizimkilerin yatak odasına daldım agresif ve de kompleksli bi şekilde.. Baktım çalan telefon hakikaten babamın, aldım telefonu elime parçalarcasına tuşlarına basmaya çalıştım içimden de ' İnşallah 'ertele' tuşuna basmamışımdır' diyorum. Onu kapattım, sonra babama döndüm o uyuyo ama telefonu duymaması normal, çünkü onun ağzından çıkan "melodi" telefonunkinden daha fazla bas ve tiz içeriyor. Gümbür gümbür..! Neyse dedim yaşıyor madem -kesinkes belli- uyandırayım da işine geç kalmasın. Ama babamı  o derin uykudan elimle kolumla hayvanca dürterek uyandırmak istemedim.. Çünkü 'melekler' gibi(!) mışıl mışıl uyuyor.. O yüzden -tabi aynı zamanda sertçe uyandırsam fırça yiyebilitemin fazla olduğunu bildiğimden- babamın elini okşamaya başladım.. Bir yandan da miyavlar gibi tırsa tırsa;
- Babaaa...
- Hoorr!
- Babiiişş...
- Hoorr!
- Babacıımmm..
- Kaauuvvv!
- Miiuuuvv..( Tırsmış kedi sesi)
- Hıı.. Noldu?
- Sabah oldu.
- Hııı..(arada hala horluyor..)
- Kalkmıycak mısın?
- Telefonun alarmı çaldı mı?
- ?!!
- Çalmadı mı?
- Yaklaşık 4 kere çaldı valla. 5. de ben geldim.
- Hadi ya.. (Horr)
- ...
- Hiç duymamışım...

 .......

NoT: Önceki ( yani ilk) postumu birkaç defa okumam sonucu farkettim ki kuzenime dişleri ve blekkböriyy'si yüzünden fazla yüklenmişim. Biliyorum ben gösterene kadar onun bu blogdan haberi bile olmayacak ama sanırım vicdanım elvermedi. Her ne kadar anormal ve abuk davranışların olsa da seni seviyorum lan.. Ben senin yan çantanım. Ben sana verilmiş ilk gerçek evcilik oyunu malzemesiyim. Nankörlük yapar mıyım sana hiç?! Sadece köpeklik yaparım biraz senin tabirinle, çünkü sen o ilk postu okuyunca bana dönüp ' püüü nankör köpek, ben yemedim sana yedirdim, dana kadar yaptım seni. Seni yan çantam yaptım..' falan diye bana saydıracaksın. O yüzden... Neyse, öptüm bay :D

15 Mayıs 2011 Pazar

Diş Kontrol


Hani bazı takıntılı insanlar vardır.. Devamlı kendilerine bakmak, nasıl göründüklerini bilmek isteyen. Hah! Öyle takıntılı insanlar olmadık yerlerde ve anlarda güzelliklerini kendilerine hatırlatabilmek için çok acayip yöntemler buluyorlar. Allah'a şükürler olsun ki ben onlardan değilim, ama soya çekim falan olur da ileri de kuzenime benzersem o başka.(kulak memeni çek, tahtaya 3 kere vur) Çünkü kuzenim şu yukarıda yazanların hepsinin özelliğini barındıran bir insan.  
He ne kadar onun bu saçmalıklarıyla dalga geçsem de içim içimi kemiriyor; 'ulan ya ben bunun yaşına gelince bin beter, bir ayna çatlatan olursam' diye. Kız anormal biraz çünkü. Hadi belki şunu bazılarınızı yapıyordur: yemek yerken dişiniz de bir şey olup olmadığını kontrol etmek için kaşığı ayna niyetine kullanmak. Bilmeyenler şimdi güler belki ama az sonra asıl yöntemden bahsettiğim de gülme ya da ağlama tarzı bi krize girmesinler diye alıştıra alıştıra açıyorum konuyu. Derin nefes al, 10'a kadar say. Neyse.. Onu bunu geçelim kaşığı ayna niyetine kullanmak zaten başlı
başına bir saçmalıkken benim aynı kandan gelme kuzenim, milletin en orijinal (!) çakmasını bulup alarak hava atmaya çalıştığı blekböriyy telefonunun arka kapağını ayna yerine kullanıyor. Bre insafsız! Bre Allahsız! Al lan, al evimdeki, odamdaki, çantamdaki, tuvaletteki bütün aynalar senin olsun! Yeter ki benim gururumla oynama lan, yazıktır bana da.. Bu nasıl bir zenginliktir ki, Cem Yılmaz abinin tabiriyle zenginlikten bir yerine buzlu badem sokmak kadar anlamsız bir iş yapıyorsun.. Neden yani neden?!  İstesen ben sana ayna da veririm, aynan da olurum. Hayır bir de mesela olayın diğer bir yönü, o bazen bunu yaparken utanıyorum. Hem kendimden hem ondan. 'Napıyosun yeaaa!' diye tepkimi koyuyorum, ama beni bi yerine koyan yok, ben ne yapıyım..? Bir telefonun süs eşyası, hava atma eşyası, bi mp3 ne bileyim arama yapmak dışında herhangi bi amaç için kullanılmasına razı geldi şu gönlüm ama dahasını kaldıramıyorum abi. Beni utandıran kısım telefonu ayna olarak kullanması da değil aslında.. Dişindeki faaliyetleri iyice görebilmek için milletin içinde otuz iki diş yapması. Hani aman çevreye rezil olmayayım, çaktırmadan bakayım diye bir olayı, bir çekincesi yok. İlla herkes onun o müthiişş dişlerini ( ki öndeki bi dişi de kırık) görmeli!
 
 Aha da aynı bu çocuk gibi gerdire gerdire açıyo ağzını, gösteriyo gayet cool bi biçimde dişlerini cool blekböriyy'sine . Ama tabi ki bu yavrucak kadar vahim değil dişleri. Öyle olsa ağzını koli bandıyla bantlayıp öyle çıkarırdım dışarı. Neyse.. Bu olay konusunda tek ve son diyeceğim şey fakir olan bi atamızın ünlü sözü olsun.. ''Zenginin malı züğürdün çenesini yorar..''
@uykuyuseviyom kullanıcısından Tweetler