Tanıştığımız
günden beri, seni pek çok farklı şekilde hayal ettim. Yanında
ben varken, yokken, traş olurken, su içerken, çorabının tekini
yatağın altında bulmaya çalışırken, arkadaşlarınla
şakalaşırken, güzel bir kız gördüğünde gözlerini üstünden
alamazken..
Seni
niye hayal ettim, kim bilir. Benim hayallerim genelde gerçeğe
dönüşmez. Ya çok uç şeyler düşlediğimden, ki büyük
ihtimalle nedeni bu, ya da evren bana daha az hayalperest olmam için
cesaret kırıcı şeyler yaşatıyor. Dedim ya kim bilir.
Elimde
evimin anahtarlığı, ucundaki saçma sapan süsle oynuyorum. Nereden
geldiğini, oraya nasıl takıldığını bilmiyorum, hatırlamıyorum.
Tıpkı bu anahtarlıktaki süs gibi hayatıma nereden nasıl
doluştuğunu bilmediğim bir sürü şey olduğunu fark ediyorum.
Burası çok kalabalık. Ve bu kalabalığın çoğu da tıpkı
elimde koparırcasına çekiştirdiğim süs gibi bana hiçbir şey
ifade etmiyor. Bu durum beni biraz endişelendiriyor. Endişelenmek
de insani bir duygu değil mi?
Salondaki
tekli koltukta oturuyorum, karşımdaki sehpanın üstündeki
televizyon kumandası gözüme rahatsız edici derecede yamuk
görünüyor. Halbuki kumanda yapısı gereği düz bir şey, ne
kadar açılı koyarsan koy göze o kadar da yamuk gelmemeli.
Cetvelle dahi düz çizgi çizemeyen bir insan olarak kumandanın
duruşuna laf yapmam, biraz fazla hmmm.. egoistce mi demeli? Hadsiz?
Uygun kelimeyi bulamıyorum, aklına gelirse sen tamamlar mısın bu
cümleyi?
Kendini
sıklıkla tekrar eden biri olarak, her şeyden çabucak sıkılırken
kendimden sıkılmamam karaktersizlik olur sanırım. Bu aralar doğru
kelimeleri bulmakta çok zorlanıyorum. Sanırım daha fazla kitap
okumalıyım. Görmezden gelmeye çalışsam da, kitabı oluşturan
sayfalar, sayfalardaki paragraflar, paragrafları oluşturan cümleler
ve tabi ki o cümleleri oluşturan kelimeler de aslında hep aynı
benzer şeyleri yazıyor. Yeni bir kelime öğrenmek artık çok zor
ve olan kelimelerin yerini de hep aynı ifadeler almaya başladı
gibi. Güzel bir şeyler okumayalı epey oluyor.
Bazen
kendimi, çok bayağı bir deyim olsa da, rüzgarda savrulan yaprak
gibi hissediyorum. Hangi fikri dinlesem kendi fikrim oluyor,
tartışmalarda hangi tarafı dinlesem haklı buluyor gibiyim. Bir
filmi izledikten sonra daha hakkında nasıl hissettiğimi düşünmeden
başkalarının fikrini soruyorum ve bana göre çok saçma şeyler
söyleseler de empati yapmaya çalışırken onların fikirlerinden
de bir şeyler kapıyorum. Empatinin asıl amacının bu olduğunu
sanmıyorum. İşin aslı, son zamanlarda empatinin oldukça acınası
bir davranış olduğunu düşünüyorum. Neden kendimi başkasının
yerine koyuyorum? Koymak zorunda hissetmemi sağlayan şey ne?
Onlarda benim düşündüğüm şeyi düşünmeye çalışıyorlar
mı? Sadece kendi fikrinin doğru olduğunu düşünmek çok mu
saçma? Peki kendi fikrinin yerine bir başkasının hazır fikrini
koymak çok alçakça değil mi? Kendine ihanet eder gibi işte. Hani
bir şeyi yapmayacağına dair kendi kendine söz verir, sonra
bahaneler uydurarak sözünü bozarsın ya. Her neyse bunun hakkında
daha fazla yazmak istemiyorum.
Bugün
çok tuhaf bir şey oldu biliyor musun? Çok eğlenceli ve aynı
zamanda konsantre gerektiren bir olayın içindeydim, sonra aklıma
birden sen geldin. Seni severim bilirsin. Seninle gülerim,
eğlenirim, ve çok da kötü anılarımız yok henüz birlikte. Ama
nedense aklıma sen geldiğinde birden bütün heyecanım yok oldu,
kendimi adım atamayacak kadar halsiz hissettim. Eğlenemedim
yaptığım şeyde, çokta önemli değildi o an yaptığım şey ama
sonrasında da hiç gülemedim. Bilirsin ben genelde gülerim.
Oturduğum yerden kalkmak için bile enerjimi toplamam çok uzun
sürdü. Kar yağıyordu ve ben bir bacağımı diğerinin önüne
neredeyse sürüyerek atacak kadar ağır ağır eve yürümek
zorunda kaldım. Ellerim her zamanki gibi üşüyordu, yerler
kayıyordu, şurada bir düşsem de kendi kendime gülsem hazır kimse
yokken diye içimden geçirdim ama düz yolda bile ayağı takılan
ben, düşmedim. Muhtemelen düşsem de gülmeyecektim. Eve geldim,
yemek yerken çatalı ağzıma götürmem çok uzun sürdü, hatta o
kadar uzun sürdü ki, çatalın üstündeki yemeğin bir kısmını
tabağa geri düşürdüm birkaç sefer. Sonra bir film izledim senin
önerdiğin, güzel filmmiş bu arada teşekkür ederim. Ama içimde
biri ölmüş gibi hissetmekten o güzel filmi piç ettiğimi
düşünüyorum şuan. Bu yazı gittikçe gereksiz bir şekilde
uzuyor, farkında mısın?
Yazı
yazarken çok fazla virgül kullanıyorum. Belki de kullanmam
gerekenden çok çok fazla ve gereksiz. Ama işte, elim klavyede en
çok ona gidiyor. Bunu okuyanın nerede durup bir nefes alması
gerektiğine benim karar vermem çok garip. Ama virgül koymasam
dediklerim anlaşılmayacakmış gibi geliyor. Anlaşılamamaktan
korkmak da çok garip geldi şimdi düşününce. Yani anlaşıldığını
nasıl anlıyorsun mesela? Şuan ''kırmızı'' dersem senin aklında
belki kırmızı bir ferrari benim aklımda kırmızı bir ruj
canlanacak, ne yani ben şimdi kırmızı deyince beni anlamış mı
oluyorsun sen? Kırmızının da bir çok tonu var bu arada,
eklemeden geçemeyeceğim.
Her
neyse, odam çok dağınık. Sandalyenin üstünde yığılmış 3
günlük kıyafetlerim, yatağımın yanındaki camın kenarında dün
içtiğim kahvenin fincanı, bugün yediğim çileğin tabağı,
silmeye hep üşendiğim makyajımı temizleyen mendillerim ve kim
bilir ne zaman kafamdan çıkarttığım tokam duruyor. Dolabımın
üç çekmecesi de farklı aralıklarla açık duruyor, dolabın iki
kapaklı aynalarından sol taraftaki zaten hep açık. Her sabah
kalktığımda burayı bugün adam edeceğime dair kendi kendime söz
veriyorum, ve bu sözü her sabah yeniden tekrarlıyorum. Sonra bir
gün eve geldiğimde odamda bu dağınıklıktan eser bulamıyorum,
çünkü annem yapamadıklarımı yapmakta hep çok iyi. Dışardan
hayatıma müdahale edilmesine ses çıkartmamak bazen çok güzel
ama ne zamandan beri odamı hayatım olarak görmeye başladığımı
bilmediğim için, belki de müdahale edilmesinden hoşlandığım
başka şeyler de var farketmediğim. Her şeyi kendi kontrolü
altında tutmaya çalışan insanın da ben amınakoyayım. Oh be,
nihayet şu yazının bir yerine bir küfür sıkıştırabildim.
Telefonu yere düşürünce bile istemsizce 'hay ananı..'' diye
söylenen biri için şu ana kadar hiç küfür yazmamak ne demek
biliyor musun? Bugün cidden iyi değilim demek. Ve muhtemelen yarın
sabah kalktığımda bu ruh halinin devam edip etmeyeceğini bilemeyecek kadar
kendimi tanımıyorum demek. Tanıdığım kadarıyla, beni tanımak
çok mühim bir mesele değil zaten, siktir et.
Günü, ruh emiciler
tarafından ciğeri soluncaya kadar emilmiş(ruhu ulan ruhu) ve bu kadar yazı
boyunca sadece iki kere küfür etmiş ve cümleyi nasıl
bitireceğini bir türlü kestirememiş olarak kapatıyorum.
Kapattım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Beyendin mi? Ay hadi inş ^^